Filipinler, Çin’e olan yakınlığı ve iklimi nedeniyle, deniz/güneş/kum tatili isteyenler için ideal bir ülke.. Şanghay’dan yaklaşık 3 saatlik bir uçuşla varacağınız Manila’dan, istediğiniz yere (Boracay, Batangas, Cebu vs.) gidebilirsiniz.. Geçen Çin Yeni Yılı tatilinde gittiğimiz Batangas’tan gayet memnun kalmıştık mesela 🙂
Aslında sadece Şanghay’dan değil, Çin’in herhangi bir yerinden Filipinler’e gidecekler için faydalı olabilecek bir bilgi vermek istiyorum.. Hatta sadece Çin’den de değil, dünyanın herhangi bir yerinden Filipinler’e gidecek Türklerin not alması gereken bir bilgi 🙂
Filipinler, Manila’daki T.C. Manila Büyükelçiliği’nin irtibat bilgilerini vereceğim.. Tabii ki işinizin oraya düşmemesini tercih ederiz ama her ihtimale karşın not almakta fayda var..
Sabri İlhan
Sekreter
T.C. Manila Büyükelçiliği
Telefon:
Filipinler dışından:
+632 843 9705
+632 843 9707
Filipinlerden, Manila içerisinde:
843 9705
843 9707
Adres:
2268 Paraiso St., Dasmarinas Village, Makati / Manila
Sayfanın yeni tasarımı için Dinçer Bey’e teşekkürler. Ancak insanları sanal alemde bile sürgüne mecbur tutan Çin hükümetine gerekli tepki veriliyor mu, bu sorgulanmalı. Sansür, ilk başta işe yarar gibi görünse de, ışık sonunda karanlığı boğar. Eskiden, biz delikanlıyken, playman dergisi vardı, faydalı, bilgimizi, kültürümüzü geliştiren bir dergiydi. Rahmetli Özal, ancak poşette satışına izin verilmesini ve 18 yaş altına da satışın yasaklanmasını getirmişti. Allahtan bizim gazeteci Zeki abi halden anlayan adamdı da, bizi zorda bırakmazdı. Uzun lafın kısası, sansür bir işe yaramaz, Dinçer Bey de bunu bir kez daha ispatladı. Ey Çin, bu tutumunla kimseyi durduramazsın, haberin olsun.
Saygılar
Ben teşekkür ederim Tolga Bey.. Olsun ama öyle demeyin, hükümetin kendi iç işleri sonuçta, bizim aklımız ermez 🙂
Efendim, devlet makamlarıyla, idareyle ilişkiler her zaman bir parça tedirgin etmiştir beni. Yine bir anımı buraya aktarayım, yaşanmış bir olaydır, kurgu değildir.
Stuttgart’a taşınmamdan kısa bir süre öncesine tekabül eden bir zamanda, askerlik son yoklamamı yaptırmam icab etmişti. Her ne kadar askere gidecek olmasam da, bu durum beni bir parça tedirgin etmekteydi. Zira son yoklama hakkında anlatılanlar nedense hep nahoş hikayelerdi. Yok efendim soyuyorlar anadan üryan, eğilip kaldırıyorlar vs. vs…Cahilim de bu konuda, “ade len” diyip boşveremiyorum. Hoş şeyler değil bunlar nihayetinde. Ayrıca zaten kimliğimle ilgili bir sorun var, gidip önce onu halletmeliyim ve dahası bu sorunu Akçakoca’da halletmeliyim, askerlik şubem de, kütüğüm de orada.
Neyse, uzatmayalım, atladım gittim Akçakoca’ya. Önce nüfus müdürlüğüne uğradım ve gidip muhtardan Akçakoca’daki ikametgahımı belirten ikametgah senedini almam gerektiğini öğrendim.
Pekala, alalım efendim diyerek muhtara doğru yollandım. Ancak muhtarın tahmini mevkiini bulmuş olsam da, etrafta bir muhtarlık göremedim.
İşin kötüsü, etrafta pek insan da olmadığından, hayat belirtisi barındıran tek nokta olarak bir kasap dükkanını gözüme kestirdim, dükkana girdim.
İri kıyım, pala bıyıklı, kır saçlı kasap, kirli önlüğü üzerinde, satırıyla bir ete vuruyor ha vuruyor.
Selam verdim, kafayı kaldırıp bir baktı, sonra cevap vermeden işine devam etti.
– Muhtarlığı arıyorum da, neresi acaba
diyecek oldum. Evet, o hatayı yaptım.
Gözlerinden “Kimsin sennn ?” anlamına gelen ya da öyle olduğunu tahmin ettiğim bir bakışla beni yanıtladı.
Ben de kendisine Akçakoca’nın bilinen simalarından olan dedemi, onun daha da bilinen babasını, pek o kadar bilinmeyen babamı, hiç bilinmeyen kendimi ve tapu kadastro’da şef olan eniştemi filan anlatan bakışlar attım.
Bakışlarımdan tam olarak bunları anlayamamış olacak ki bana “Kimsin sen bakiyim ?” diye sesli bir soru yöneltmek zorunda kaldı. Ben de “demin anlattım ya güzel kardeşim”…demedim…Osmaniye mahallesinde evimiz olduğunu, aslında orada doğduğumu ama İstanbul’da yaşadığımızı, beni pek tanıma ihtimali olmadığını anlattım kendisine.
Kasap bunun üzerine işine döndü ve “öğlen oldu, muhtar yoktur şimdi” diyerek bana sormadığım bir sorunun cevabını verdi.
Saate baktım, gerçekten de tam 12:30u göstermekteydi. “Hmm, peki muhtarlık nerede” diye soracakken, beni pek de umursamadan elinde anahtarla dükkandan çıkıp kapıyı kilitlemek üzere beni beklediğini belirten, “çık çık” diye isimlendirebileceğim, bir el hareketi yaptı.
Sonra da yürüyüp dar bir ara sokakta kayboldu.
Sonuçta batı da olsa Karadeniz burası, böyle anlaşılmaz şeyler olur, diye söylenerek çarşının içini bir turladım. Amacım muhtarlığı tespit etmekti ama sonuçsuz kaldı tabii. 13:30 gibi başladğım yere döndüm. Gelişme sıfır, ileri hiç bir adım yok.
13:30’da açılmış olan kasaba girdim tekrar.
– Bu muhtarlık nerededir acaba ? Bakındım ama göremedim, dedim.
Bu kez, “De bakiyim hele ne yapacaksın sen muhtarla” diye sordu gözleriyle. Ben de nüfus cüzdanımla ilgili bir sorun yüzünden ikametgaha ihtiyacım olduğunu filan anlattım yine gözlerimle. Cevabımı yine anlamayıp “ne yapacaksın sen muhtarla” diye sordu bu kez sesli olarak. Ben de “sen benle dalga mı geçiyorsun güzel kardeşim?” demeden uslu uslu anlattım maruzatımı.
Bunun üzerine “Kimlerdensin sen ?” kontrasıyla karşılaştım. Dedemden, eskiden 20 metre ilerdeki bakkal dükkanından filan bahsedince birden bizim kasabın yüzü değişti.
“Vayyyy, Toto Nazım’ın torunu musun sen yahu…” diyerek tezgahın altına eğildi. Bir defterle bir kalem çıkardı. Baktım, ikametgah senetlerinin olduğu bir defter. Şaşkın şaşkın bakarken, “Söyle bakalım adres neydi sizin, desene baştan Toto Nazım’ın torunuyum diye” demesin mi…yaklaşık 2 saatimi yiyen kasabın ek iş olarak muhtar olduğunu ve bunu yabancılardan gizlediğini o an öğrenmiş oldum.
O gün bugündür “I love karadeniz” çıkartmasıyla gezerim arabamda…
Manila büyükelçimizin aslında Manila’da bir otel işletmecisi olduğunu düşündüm de bir an 🙂