Cumartesi sabahına bir lokal bir de normal kahvaltı ile başladık. Önce Gençer’e Şangay’ın gözleme tarzı popüler kahvaltısı olan Jian Bing’i tanıtmak istedim ve onu “329, Tongren Road” üzerindeki Jianbing Huang adlı mekana götürdüm. Duble peynirli, acısız bir Jianbing yaptırdık oradaki teyzeye, hemen dükkanın önündeki masalara oturup hızlıca Jianbing’i gömüverdik 🙂 Tabii ki 190cm’lik iki adama bir Jianbing yetmedi ve günün ikinci kahvaltısına doğru yol aldık.
Bisikletlerimizi hemen önüne park ettiğimiz bu kahvaltı mekanının adı Breakfast Company idi. Erken bir saatte geldiğimiz için kolayca yer bulduk, cam kenarına oturup kahvaltılarımızı söyledik. Lezzetli bir kahvaltının üzerinde bir de pancake paylaşarak güne full enerjik devam etmeye karar verdik 🙂 Kahvaltı sonrası gene Didi çağırarak People Square’e doğru yol aldık, hedefimiz Şangay’ın en popüler yürüyüş destinasyonlarından biriydi.

People Square’den East Nanjing Road yaya caddesine geçtik ve nehir istikametinde yürümeye başladık. Gerek hafta sonu olması, gerekse bu yolun en popüler turistik yerlerden biri olması nedeniyle etraf epeyce kalabalıktı. Sağa sola bakınarak ve ilginç gördüğümüz mekanlara uğrayarak yavaş yavaş da olsa nehir kenarına, bir diğer deyişle doyumsuz Şangay manzarasına, başka bir deyişle de The Bund’a ulaştık. Nehir kenarında klasikleşen pozlarla fotoğraflarımızı çektikten sonra kahve molası verelim dedik.
Hemen yakınlarda, Peninsula Hotel‘in arkasındaki sakin sokakta bulunan bir cafe’de karar kıldık, sokağa koydukları masalardan birine oturduk, kahvelerimizi söyledik ve biraz dinlenme fırastı bulmuş olduk. Sonrasında gene bir Didi ile bu sefer benim bir arkadaşımla buluşmak üzere Shanghai Centre‘a doğru yol aldık.
Shanghai Centre’a buluşma saatinden biraz fazlaca önceden varmıştık, bu esnada karnımızın da acıktığını farkedince önce bir şeyler yiyelim istedik. Hemen orada bulunan Şangay’ın meşhur Vietnam restoranlarından biri olan Saigon Mama‘ya girdik ve Pho’larımızı söyleyerek karnımızı doyurduk. Sonrasında gene orda bulunan Portman Ritz-Carlton Hotel‘in içinde yer alan cafe’de arkadaşımızla buluşup hasret giderdikten sonra Şangay turumuza tam hızla devam ettik.
Sıradaki mekanı Gençer çoktan belirlemişti bile. Peninsula Hotel’in 13. katında bulunan ve müthiş bir manzaraya sahip olan Sir Elly’s Restoran’ın terasında bir şeyler içerek, yukarıda bahsettiğim o eşsiz manzaranın keyfini bir de bu güzel terastan çıkardık. Hava kararmaya başlamıştı ama daha önümüzde uzun saatler vardı 🙂 Ve daha da güzeli, sevgili arkadaşım Osman’ın uçağı da Şangay’a inmek üzereydi!

Kadim dostum ve benim gibi (benim kadar olmasa da!) bir Şangay-sever olan Osman abim de aynı hafta sonu bir iş seyahati nedeniyle Şangay’a geldi.. Bu tatlı tesadüf sayesinde onunla bir cumartesi akşamını beraber geçirme şansı da bulmuş oldum, resmen pastanın üstündeki krema gibi oldu 🙂
Şangay’a beraber gelen Osman ve iş arkadaşı Kerim havaalanında pasaport ve bavul işleriyle uğraşırken, biz Gençerle Sir Ellys’den çıkıp biraz dinlenmek için otelimize doğru yol almaya başlamıştık. Osmanların da bizimle aynı otelde kalıyor olması kaderin tatlı bir cilvesiydi diyebiliriz 🙂 Odalarımızda bir süre dinlendikten sonra Osman ve Kerim de otele gelmiş, odalarına yerleşmiş ve akşam yemeği için hazır hale gelmişlerdi. Otel lobisinde buluşup önce hasret giderdik, sonra da Şangay sokaklarını arşınlamaya başladık.
Akşam yemeği için hedefimiz “sınırsız et” yemekti, bunu da Şangay’da en iyi yapabildiğiniz mekan Latina adlı Brezilya restoranı. Biz de Latina’nın Tongren Road’daki şubesine doğru yürüdük. Ne var ki oraya vardığımızda nahoş bir sürpriz ile karşılaştık. Maalesef Latina renovasyon nedeniyle geçici olarak kapanmıştı.. Bu kötü haberi aldıktan sonra Latina’nın diğer şubelerinden birine gitmeyi düşündük ama saat itibariyle “sınırsız et”e ayırabilecek çok zaman kalmamıştı ve yemeğin hakkını veremeyecektik 🙂 Bu nedenle hemen yakında bulunan Shake Shack‘e giderek açlığımızı hamburger ve patates kızartmasıyla giderdik. Neye niyet neye kısmet 🙂
Yemekten sonra Şangay gece hayatının yeni destinasyonlarından biri haline gelen Wuding Road tarafına doğru ilerledik. Önce birşeyler içmek için Barbarian adlı mekana girdik, şansımıza hemen girişte uygun bir masa vardı ve hemen oraya yerleşerek içeceklerimizi söyledik. Güzel bir sohbet eşliğinde yudumlanan içecekler bittikten sonra, bir de güzel sohbet edemeden içecek yudumlanan bir yer denemek istedik ve hemen yakındaki popüler bir gece kulübü olan La Suite‘e yürüyüverdik.

İçerisi çok kalabalık değildi ama beklendiği üzere DJ’in müziği sağolsun normal mesafeden birbirimizi duymamız çok mümkün değildi. Saatler ilerledikçe mekan da cumartesi akşamı olması nedeniyle kalabalıklaşmaya başladı. Biz gene içeceklerimiz elimizde, bu sefer ayakta (localar da vardı ama öyle bir masrafa girmeye gerek görmedik) sohbet etmeye çalışarak orada da biraz vakit geçirdik.
Osman ve Kerim yol yorgunu oldukları için, biz de Gençerle ertesi sabah dönüş yoluna çıkacağımız için geceyi çok fazla uzatmadan La Suite’ten ayrıldık ve yürüme mesafesindeki otelimize doğru yol aldık. Bizim için erken başlayan gün uzun sürmüş ve güzel bir şekilde sona ermişti…
Pazar sabahı 11 gibi havaalanına doğru yola çıkmayı planlamıştık, o nedenle güzel bir kahvaltı yapmak için Gençerle birlikte saat 9 gibi otelden çıkıp (Osman ve Kerim dünden yorgun oldukları için bize katılamadılar) Cages’ın pazar brunch’ı hedefiyle yola çıktık ama kapıdaki kız brunch’ın 11’de başladığını söyleyince kös kös geri döndük 🙂
Onun yerine ilk gün öğle yemeği yediğimiz Alimentari’nin bu sefer de kahvaltısını deneyelim dedik. Menüdeki kahvaltı seçeneklerinin yanı sıra dolapta sergilenen peynir ve zeytin çeşitlerinden de seçip istediğiniz kadar tabağınıza servis ettirebildiğimizi de öğrendik, Gençer sağolsun.. Bu sayede peynirli zeytinli güzel bir kahvaltıyla karnımızı doyurduk ve otele geri döndük..
Artık Şangay’a veda zamanı gelmişti.. Bavulları topladık, otelden çıkışımızı yaptık, bizi uğurlamaya inen Osman ve Kerim ile de vedalaştıktan sonra gene Didi çağırıp havaalanının yolunu tuttuk. Totalde belki 48 saat bile kalmadık belki Şangay’da ama bu kısa zamana bir çok aktivite sığdırıp bir de üstüne Osman ile görüşebilmek paha biçilemez oldu 🙂
Evet dolu dolu 48 saat yaşamış olmalısınız. Bizlerin adını dahi telaffuz edemediğimiz mekanlar artık sizin için rutin hale gelmiş anlaşılan. Daha nice seyahatlere sağlıkla, mutlulukla gitmenizi dilerim sevgili mahdumlar. Çok çok selam ve sevgiler.
Sizin blogunuzdaki yazıların yanında bizimkilerin esamesi okunmaz Necmi bey 🙂
Harikasınız ❤️
Yine aynı şey oluyor. Senin/sizin şanghay seyahatlerin/iz benim Şanghay özlemimi depreştiriyor 🙂 Neyse ki sizin maceralarınızı okumak da çoook keyifli. Nice güzellerine ve darısı başıma diyeyim 🙂
Teşekkürler Burcu hanım, darısı en kısa zamanda başınıza inşallah 🙂
Kaleminize saglik Dincer Bey, cok guzel bir yazi olmus.
Nacizhane onerim, metinde cok sayida mekanin ismi geciyor ancak, fotograf sayisi cok az. Neden bir Barbarian’dan, La Suite’den, Saigon Mama’dan fotograf olmasin?
Uzun zaman sonra hatiralardaki yerlerin tekrar canlanmasi adina guzel bir yazi olmus, eline saglik siki dostum 🙂
Gencer ve Didi nin maceradaki payini da unutmayalim 😛
Evet aslında, yazının başlığı “Şanghay’da Abi Kardeş Didi Unutulmaz Bir Macera” olabilirmiş 🙂
Mehmet bey teşekkür ederim değerli yorumunuz için, aslında bilinçli bir tercih oldu bu, içeriği bol fotoğrafı az, çünkü az zamanda çok yer gezildi. Bir de, kısmetse, mekanlar özelinde ayrı yazılar da yazmayı planlıyorum, orada detaylı fotoğraflar da olacaktır.
[…] önünden geçtiğimiz La Suite’in kapalı olduğunu görmüştük.. Kısmet kardeşimle yaptığım kısa Şangay ziyaretineymiş ve sevgili Osman’ın gene orada olduğu bir tarihe denk gelmesi […]