Bir önceki yazıyı okuduysanız, orada Tayland’ın meşhur adalarından Koh Samui ile ilgili bir yazı yazamadığımı belirttiğimi göreceksiniz.. Ne var ki, Şangay Rehberi’nde artık bir Koh Samui yazısı da olacak.. Nasıl mı? Tabii ki sıkı dostum, sevgili arkadaşım Serkan sayesinde.. Serkan da kim diyorsanız, sitedeki tüm yazıları okumamışsınız demektir 🙂 Bu bağlamda sizi epik yazı dizisine yönlendirmem gerekiyor.. Artık kendisini tanıyorsunuz 🙂 Aşağıda sıkı dostumun yazar kişiliğiyle de tanışacaksınız.. Kendisi, ricamı kırmadı ve sevgili eşi ile çıktıkları balayının Koh Samui ayağını gayet detaylı bir şekilde kaleme aldı.. Sonuç olarak ortaya Koh Samui Seyahat Rehberi olabilecek kalitede bir yazı ortaya çıktı.. Sıkı dostuma Şangay’dan sevgi ve selamlarımı gönderiyor, bir kez daha teşekkür ediyorum.. Şimdi söz Serkan’da..
Daha önce Koh Samui’ye gitmiş ancak detaylı bir yazı yazmamış olan sıkı dostum Dinçer, balayı mekanı olarak seçtiğimiz ada ile ilgili yardımcı olabilecek bir yazı yazmamı istediğinde mutlulukla kabul ettim. Yazıya başlamadan belirtmeliyim ki, bir önceki cümlede ifade ettiğim gibi Tayland / Koh Samui adasında anlatacaklarım balayı kapsamındaki gezilerimizi kapsamaktadır, bu nedenle çılgın Tayland gecelerini okumayı umanları Google’da aramaya inanmaları yönünde şimdiden uyarayım 🙂
Şimdiki eşim, o zamanki nişanlım Gülşen ile, balayında hem beraber ilk yurtdışı deneyimimizi yaşamak hem de farklı bir kültürle tanışmak adına belirlediğimiz birkaç romantik destinasyon içerisinden, Dinçer’in yönlendirmeleri sonrasında yol ve balayı konseptine uygunluk bakımından Koh Samui adasında karar kıldık. 2 Nisan 2016 tarihinde hayatlarımızı birleştirdikten sonra bir günlük istirahat sonrası 4 Nisan’da yola çıktık. Koh Samui’ye direk uçuş bulunmadığı için birkaç farklı transfer noktasından gidiş dönüşte zamanımızı en iyi değerlendireceğimize ikna olduğumuz Singapur aktarmalı olanı tercih ettik. Koh Samui ile Türkiye arasında 4 saat, Singapur ile 5 saat fark bulunuyor. Gidiş yönünde iki uçuş arasında çok fazla bekleme olmadığı için peş peşe uçuşları tercih ettik. Ancak dönüş yolunda, ülkeler arası saat farkı nedeni ile iki uçuş arasında yaklaşık 10 saatlik bir bekleme mecburiyeti doğacağından, madem o kadar bekliyoruz o zaman 2 gün de Singapur’da geçirelim diye düşünüp mükemmel bir plan yapmış olduk 🙂 Nihai durumda;
Singapur Havayolları (391 nolu uçuş) – 4 Nisan İstanbul 13:30 – 5 Nisan Singapur 04:00
Silk Havayolları (5062 nolu uçuş) – 5 Nisan Singapur 08:10 – Koh Samui 08:55
Silk Havayolları (771 nolu uçuş) – 10 Nisan Koh Samui 11:50 – Singapur 14:50
Singapur Havayolları (392 nolu uçuş) – 13 Nisan Singapur 01:45 – 13 Nisan İstanbul 08:00
şeklinde bir rota çizmiş olduk. Yazının amacı Koh Samui olduğu için Singapur ile ilgili eklemeleri -sıkı dostum Dinçer ve eşi hemşom Müge daha önce bu şehir devleti deneyimlemişler ve yazısını yazmışlardı- Singapur yazısının altına yorum olarak paylaşacağım.
4 Nisan sabahı büyük bir heyecanla İstanbul trafiğini deniz yolunu kullanarak atlatıp Atatürk Havalimanına vardık ve tatil boyunca belki de yediğimiz tek kazığa doğru bilmeden mutlu bir şekilde yol aldık. Bunu özellikle yazmak istiyorum çünkü çok içime oturdu 🙂 Bir aksilik olmaması adına önceden online check-in lerini yapmıştık, geriye büyük çantalardan kurtulmak kalmıştı. Kontuara gelip işlemlere başladığımızda görevli hanımefendi, yanımızda dönüş biletlerinin çıktılarının ve iki adet özellikle 4×6 cm ebatında vesikalık olup olmadığını sordu. Normalde otel ve uçuş bilgilerinin çıktılarını alırdım ama o kadar hazırlık esnasında es geçmiştim, yok dedik; Gülşen’in yanında vesikalık vardı ama o da yukarıdaki ölçülere uymuyordu. Görevli hanımefendi, Singapur için problem olmaz ama Tayland’a girişte sorun yaşarsınız deyip bizi bir dükkana yönlendirerek uçağa binişte kontrol ederim belgelerinizi diye de ekledi. Her ne kadar işkillensem de -zira sıkı dostum bu kadar önemli bir ayrıntıyı atlamaz bana söylerdi- 10bin km gidip de sırf bu yüzden sorun yaşamamak adına, paşa paşa vesikalık çekip çıktıları aldık ve hayatımızın en lüks fotoları ile önce pasaport kontrolden sonra da uçuş kartı kontrolünden -görevli hanımefendi bizi tanıdı ve belgeleri kontrol ederek tamamdır dedi- geçip uçaktaki yerimizi aldık. Her ne kadar ilk uzun uçuş deneyimi olduğu için Gülşen’in çekinceleri olsa da sorunsuz bir 9 saatlik uçuş sonrası Singapur Changi Havaalanına iniş yaptık ve bir sonraki uçuşumuz için Terminal 3’ten Terminal 2’ye geçtik. Aradaki ufak bekleme süresini daha yeni yeni açılmaya başlayan Duty Free alanında geçirip güzel kokular aldıktan sonra nispeten ufak bir uçakla Koh Samui’ye doğru yola çıktık. Adaya yaklaşırken yorgunlukla doğru orantılı bir şekilde heyecanımız kat kat arttı ve nihayet ayaklarımız yere değdi 🙂
Uçaktan ilk indiğimizde sıcaklık bulutlar nedeni ile çok yüksek değil gibi geldi ama sonraki günlerde bunu çok rahat hissettik. Koh Samui’de yıl boyunca 28-32 derece arasında değişen bir sıcaklık eğrisi bulunuyor. Nisan ayı nispeten sezon sonuna denk geliyor, asıl tercih edilen zaman aralığı ise Kasım – Şubat arası. Yine de hatırı sayılır nem de eklenince sıcaklık kat be kat artıyor -ki benim gibi sıcaktan hoşlanmayan adama pek hitap etmiyor-. Adanın havaalanı da kendisi gibi çok şirin, palmiyelerden yapılma etrafı açık sanki bir film setine gelmiş gibi hissettiriyor. Zaten çok fazla yolcu olmadığı için hızlı bir şekilde ve sorunsuz -ve tabi ki İstanbul’da kazık yediğimizi anladığımız, belgelerin tekinin bile sorulmadığı- kontrol noktasından geçip valizlerimizi aldık. Gelmeden önce adada kalacağımız Bo Phut Resort & Spa otelindeki yetkililerle iletişime geçip otel transferi istediğimiz için taksi ayarlama zahmetine girmeden doğruca bizi bekleyen görevliye doğru yol aldık. Her adaya özgü müdür bilemiyorum ama ada insanları inanılmaz sıcakkanlı, güleryüzlü ve yardımseverler. Bize sıcak bir karşılama sunan Chang -kendisi Çen diye telaffuz etti muhtemelen böyle yazılıyordur- arkadaşımız ile içi serin mi serin arabaya atlayıp otele doğru yola çıktık. Tayland’da trafik tersten akıyor bu nedenle motor veya araba kiralamak isteyenlerin bunu göz önünde bulundurması gerekir. Daha önce Kıbrıs’ta araba kullanmışlığım vardı ancak buranın trafiğinde açıkçası gözüm yemezdi, daha karmaşık ve yoğun geldi. Yol boyunca bize hem rehberlik eden hem de mekan tavsiyelerinde bulunan Chang ile hoş bir sohbetin ardından otele vardık ve asıl sıcağı orada hissettik 🙂 Neyse ki kapıda işlemlerimiz gerçekleşirken ikram edilen soğuk ıslak havlular ve içecekler ile bir nebze ısımızı ayarladıktan sonra merakla odamızın hazır olup olmadığını beklemeye koyulduk. Otele vardığımız esnada saat erken olduğu için henüz check-in saatimiz gelmemişti ve artık uykuya yenik düşecek bedenlerimiz ile bu sıcakta çok fazla beklemek istemiyorduk. 5-10 dakikalık beklemenin ardından odaya alınacağımızı öğrendiğimizde büyük bir sevinçle görevlinin peşine takılıp sahilin hemen önündeki villamıza doğru kısa bir yürüyüş yaptık. Gelmeden önce otelle iletişime geçtiğimizde, balayı çifti olduğumuzu da kibarca belirttiğimiz için odaya gelişte bizi bir balayı pastacığı ve yatakta çiçeklerle güzel bir süsleme karşıladı ve tatilimiz resmen başlamış oldu.
İlk gün yolculuğun da verdiği yorgunlukla tüm günü ve akşamı otelde geçirdik. Uzun araştırmalar ve kendi aramızda yaptığımız oylamalar sonucunda sahili beyaz kumlardan oluşan Bo Phut bölgesinde bulunan ve yine aynı adla anılan Bo Phut Resort & Spa otelinde karar kılmıştık. Koh Samui adasında farklı özelliklere sahip uzun sahil şeritleri bulunuyor, sahillerin birçoğu hareketli gece eğlencelerine ev sahipliği yapıyor. Her ne kadar eskiden dolunay zamanı yapıldığı için adı Full Moon Party olarak anılsa da, partiler çok rağbet görünce daha sık düzenleyebilmek adına Half Moon gibi türevleri yapılmaya başlanmış. Ayrıca tatilimizi ayarladıktan sonra farkettiğimiz ve ayrılış günü keşke denk gelseydik dediğimiz Songkran Su Festivali de her sene 13-15 Nisan tarihleri arasında yapılıyor. Bu kadar sıcakta serinlemek adına herkesin birbirini çeşitli oyuncaklarla her yerde suya doyurduğu ıslak bir festival. Biz ise nispeten sessiz ama ada merkezine (meşhur Chaweng Beach’in olduğu adanın doğu kıyıları) yakın bir lokasyonda kalalım istedik. Otel birazcık lüks olunca sunulan hizmet de üst düzey oluyor, çalışanların hepsi son derece güleryüzlü, konuşkan ve sizi rahatsız etmekten imtina ile kaçınan insanlar. Gerçi tatil boyunca karşılaştığımız tüm insanlar bu genellemeye uyuyor, bir özeleştiri yapmak gerekirse bizim turistik tesis ve bölgelerimize pek benzemiyor 🙂 Günün yorgunluğunu kah odada, kah şezlonglarda kah denizde pineklik ederek atmaya çalışarak akşamı ettik, bir de ne görelim akşam Avustralyalı bir çiftimizin sahilde düğün merasimi varmış. Hep filmlerde gördüğümüz o romantik anlara canlı şahit olduktan sonra bu kadar izlemek yeterli deyip akşam yemeğine doğru geçişte bulunduk. Zaten yemeğe gittiğimiz L’Ocean adlı restoran da evlenen çiftin organizasyonuna çok yakın olduğu için bir yandan tebrik konuşmalarını dinledik, sonrasında da müzikleri yemeğimize eşlik etti. Akşam yemeği ve şarabın verdiği rehavet ile odaya gidip biyolojik saatimizi adaya göre ayarlamak üzere uykuya çekildik.
İkinci gün sabahında ilk olarak otelin kahvaltısını tecrübe ettik. Her ne kadar açık büfe olsa da yemek kültüründen ötürü bizdeki gibi bir masa donatma aklınıza gelmesin. Herşeyden var ama azar azar kararında yiyorsunuz. Kahvaltıların bizim için en büyük kazanımı tropik meyvelerdi kuşkusuz. Benim çok fazla meyve yeme huyum yoktur, ancak eşimle birlikte yiyebildiğimiz ve deneyebildiğimiz kadar meyveyi her sabah midelere indirdik. Kahvaltı sonrası bir yaz tatilinde ne yapılırsa onu yaptık: sezlongta yatış, sıcaklayınca denize giriş, arada ufak kestirme. Acıkınca da birşeyler atıştırmak için, her gün sahile gelen yerel satıcı aileyi ziyaret edip tavuk satay, noodle salatası, meyve salatası, mısır vb. ile bayağı ekonomik olarak ara öğünlerimizi hallettik. Gün içerisinde özellikle hava sıcak olduğu için mümkün mertebe güneşe maruz kalmadan akşamı ettik. Akşam hedefimiz, bize çok yakın bir lokasyonda bulunan ve balıkçı kasabası olarak anılan çarşı benzeri Fisherman’s Village’i ziyaret etmekti. Bo Phut bölgesinden yaklaşık 10 dakika yürüyerek bir ucuna erişebiliyorsunuz, içinde de bir ucundan diğer ucuna yaklaşık 10 dakikada biten çok da büyük olmayan bir çarşı gibi hayal edebilirsiniz. Çarşıya uğramadan önce, Chang arkadaşımızın bir gün önce bize tavsiye ettiği “พี่เชษฐ์ ข้าวต้มโต้รุ่ง” adlı yerel restoranda farklı ne sipariş verebilirsek verip karnımızı doyurduk.
Tayland’da ne yenir içilir konusunda hiç tereddüt etmenize gerek yok, damak tadınıza uygun mutlaka birşeyler bulunuyor. Ben tatlı ekşi – tatlı acı karışımlı sosla hazırlanmış yemekleri zaten sevdiğim için thai mutfağı bayağı güzel geldi. Tatil boyunca deniz mahsülleri ile hazırlanan salatalar olsun, soslu tavuklu yemekleri olsun, baharatlı çorbaları olsun her türlü farklı denemeleri gerçekleştirdik. Yemeklerde dikkat etmeniz gereken asıl nokta, özellikle belirtmezseniz bayağı baharat ve acı kullanılıyor; sipariş verirken baharatın az olmasını istiyorum diye belirtmekte fayda var, aksi durumda içecek de sizi serinletmeyebilir 🙂 Yemeğin yanında da ekmek yerine yağsız beyaz pirinç pilavı servis ediliyor. Bu nedenle ekstra pilav yiyeceğim diye söylemenize gerek yok ki tatil boyunca zaten pilava doyuyorsunuz. Porsiyonlar genel olarak bayağı doyurucu. Yemeğin yanında alacağınız 1 şişe şarap ile beraber 2 kişi için genelde 100 – 130 TL arası bir hesap ödedik. Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, Tayland para birimi Baht ve kabaca 1 TL = 12 THB ediyor. Çoğunlukla hesaba %10 servis ücreti eklendiği için kontrol edip bahşiş bırakmakta fayda var.
Bu kısa bilgilendirmeden sonra kaldığımız yerden devam edersek, yemeğin ardından köyün yolunu tuttuk. Çarşı içerisinde bir tur attıktan sonra mola vermek için hemen sahil kenarında kumların üzerine yayılıp birşeyler içebileceğimiz Coco Tam’s adlı mekana giriş yaptık. Kokteyllerimizin bizi serinletmesinin ardından otele farkettiğimiz daha kısa bir arka yoldan hızlıca ulaştık ve ikinci günü de tamamlamış olduk.
Üçüncü gün sabah ve akşama kadarlık kısmı yine sahil bölgesinde ve villa bahçesinde geçirdikten sonra akşam bir de merkezi görelim diyerek otelden ayarladığımız taksi ile birlikte yola çıktık. Dönüş yolunda bineceğimiz taksi ve ödememiz gereken tutar konusunda tavsiyeleri aldıktan sonra yemek için gideceğimiz Samui Kangaroo adlı bir thai restoranına doğru ana caddede yürümeye başladık. Adanın ana caddesi hakikaten uzakdoğuda olduğunuzu hissettiriyor, hem vitrinler hem mekanlar hem dolaşan araçlar (o hafta boyunca var olan boks maçlarının bangır bangır reklamları yapılıyordu) bizim ilk defa adada yabancı olduğumuz hissini verdi. Yemeği yine çok doğru bir yerde çok değişik alternatiflerle değerlendirdikten sonra caddenin bir de diğer ucuna doğru yürüyüşe çıktık. Caddenin hareketli kısımlarının saatten ötürü biraz tuhaflaşmaya başlaması :-), hem aşırı nem hem de ne yapsak ne yapsak diye dolaşmaktan yorgun düşmemiz nedeni ile çok geçe kalmadan otelimize geri dönüş yaptık.
Dördüncü gün, diğer günlerin aksine önce kahvaltı ve sonra sahilde yayılmaca şeklinde geçerken, akşam için otele giriş yaparken bize verilmiş olan indirim kuponundan faydalanmak üzere Fisherman’s Village içerisinde bulunan Krua Bophut adlı restorana gittik. Sonradan öğrendik ki otel ve restoran aynı kişiye aitmiş o nedenle indirim yapılıyormuş, özel değilmişiz. Ancak zaten restoranın yemekleri gayet başarılı idi, aynı zamanda kumların üzerindeki masada yemek yediğimiz için bizden her türlü tam puan aldı. Sonrasında sevgili eşimi dizginleyebildiğim kadar mücadele ederek, hem yemekleri hem de cebimi çok erittirmeden yöresel alışverişimizi gerçekleştirdik. Alışveriş demişken uzakdoğuda olmazsa olmaz bir konu var: pazarlık. Ödeyeceğimiz fiyat için pazarlık yapmadan önce “İstanbul’da bu eşyaya en çok ne kadar verirdim?” sorusunu yanıtlayarak kafamda ondan daha aşağı bir fiyat belirliyor ve ona göre pazarlığımızı gerçekleştiriyorduk. Bazı dükkanlarda ise “Fixed Price” yazısını görebiliyorsunuz, buralarda pazarlık geçmiyor etikette ne yazıyorsa onu ödüyorsunuz.
Tayland’daki son günümüze geçmeden şu ana kadar bahsetmemiş olduğum bir başka konuya ayrı bir paragraf açayım: meşhur uzakdoğu masajları 🙂 Öncelikle genel izlenimimi paylaşırsam, masaj yaptırmak da yemek kadar ucuz, belki daha da ucuz. Adada çok miktarda yerel dükkan bulunuyor. Otele ilk vardığımızda ikram olarak sunulan 15 dakikalık jetlag masajını yaptırdıktan sonra ister istemez odaya geldiğimizde hemen diğer alternatiflere baktık ve bir güne ayak masajı diğer güne de vücut ve yüz bakım masajını ayarladık. Oteldeki masaj fiyatları dahi ülkemizdeki fiyatlardan ucuz olunca açıkçası hemen rezervasyon yaptırmış olduk, asıl fiyat farkını adada gezintiye çıktığımızda farkettik (Örnek olarak 30 dakikalık ayak masajını 300 THB = yaklaşık 25 TL’ye yaptırabiliyorsunuz, otelde 60 dakikalık masaj için yaklaşık 100 TL ödemiş olduk). Son akşamımızda bu sefer dışarıda ayak masajı yaptıralım ve farkına bakalım dediysek de fırsat bulamadık. Türkiye’de hiç yaptırmadım ancak ayak masajı denenmeden kesinlikle dönülmemesi gerekir. Vücut masajlarında da işin ehli masörün farkını hemen anlayabiliyorsunuz. Hele masajlardan sonra iyice pelte olmuşken sunulan sıcacık çayı da içince tamam ben bu adaya yerleşirim diyorsunuz 🙂
Adadaki son tam günümüzde ise, önce taksi sonra feribot sonra yine taksi ulaşımı ile komşu ada Koh Phangan’da bulunan dostlarımızın yanına vardık. Adalar arası gezi için hem özel sürat tekneleri hem de bizim motorlara benzer feribotlarla ulaşım sağlayabiliyorsunuz. Internetten rezervasyon yapayım istediğimde biletlerin en az 3 gün önceden satın alınmış olması gerektiğini görünce bir anlık paniğe kapılsam da feribot rezervasyonu için otele danıştığımda 5 dakika içerisinde gidiş dönüş tüm güzergahlarımız fiyat farkı olmadan ayarlanmış oldu. Örnek olması açısından otel – liman arası taksi transferi için 400 THB, gidiş dönüş 2 yetişkin bileti için de feribota 1100 THB ödemiş olduk. Yaklaşık 5 saat kah kumsalda sohbet kah denizde yüzmece kah sahilde atıştırmaca derken aynı güzergahtan tekrar otelimize dönüş yaptık. Bir sonraki sabah kahvaltının akabinde havaalanına gideceğimiz için akşam için otele yakın, daha önce farkettiğimiz ancak nedense son güne ertelediğimiz Cafe 69’ta çok keyifli bir yemeğin ardından sonra kez çarşı turu yapıp yolculuk hazırlıkları için odaya geri döndük.
Sabah son kez dolu dolu yediğimiz meyveli kahvaltımızdan sonra çıkış işlemlerimizi sorunsuz gerçekleştirerek bizi bekleyen otel transferi ile havaalanına geldik. Uçuş saatimize kadar mümkün mertebe en serin yer olan açık hava bekleme yerinde takılarak, yanımızda senelerce unutamayacağımız anılarla birlikte güzel insanlarla dolu bu küçük şirin adadan ayrılarak sonraki durağımız Singapur’a doğru yola çıktık.
Uzun lafın kısası, ada beklentilerimizi kat be kat karşıladı. Hem tatil yazısına yer veren hem de plan program aşamasında bize her türlü yardım ve yönlendirmeyi esirgemeyen sıkı dostum Dinçer’e ve ziyaretimiz esnasında her zamanki sıcaklığı ve tatlılığını bizden esirgemeyen ve nazik hediyeleri ile taçlandıran hemşom Müge’ye sonsuz teşekkürlerimizi iletiyor, başka yazılarda görüşmek üzere diyerek sonlandırıyorum.
Sağlıcakla kalın..
Serkan
Epik balayını dk dk yaşamış gibi oldum 🙂
merak ettiğim bir nokta, vesikalıklara ne oldu, kandırmışlar mı ? yazı boyunca nerede bahsedecek diye bekleyip yazının sonuna gelmişim 🙂 yemek fotolarına bayıldım, canım çekti 🙂
Yemeklerin görüntüleri hakikaten çok başarılı idi, benim de her gördüğümde tekrar yiyesim geliyor 🙂
Anlatımın arasında kalmış sanırım konuyu birazcık açayım. Kontrol noktasında hiçbir belge sorulmadı tabi ki, vesikalıklar da fotoğraf talep edilecek ilk başvuru durumunda kullanılmak üzere evde tozlu bir kutuda yerlerini aldılar 🙂
Sevgili Gülşen ve Serkan’ı yürekten kutluyor ve kendilerine mutluluklarla dolu yıllar diliyorum. Sangay rehberi aracılığı ile bize farklı iklim ve coğrafyaları tanıttıkları için de ayrıca teşekkür ederim. Yüreğinize ve dilinize sağlık. Yeni güzelliklerle buluşturacak yazılarını da merakla beklemekteyim. Kucak dolusu sevgi ve selam hepinize.
Sağolun Necmi amca, ikimizin adına teşekkürlerimizi iletiyorum. Umarım bu bir başlangıç olur ve fırsat buldukça Şanghay ilintili yazılar paylaşabilirim, tabi sitenin sahibi sıkı dostumun izniyle 🙂